Shinigami wo Tabeta Shoujo 3.1
- Komşu Emektar
- 7 Ağu 2021
- 4 dakikada okunur
Kavrulmuş Fasulye Oldukça Lezzetli
3.Bölüm
Antigua Kalesi, arka kapı.
Etrafın durumunu izleyen bir asker, eliyle işaret ederek arkadaşlarını çağırdı.
Bekçi olarak atanan asker kafasını sallayıp işaret verince, kilidi çevirdi.
Sıkı bir şekilde kapatılmış kale kapısı değildi. Yan tarafta yapılmış, küçük tip ama dayanıklı demir kapıydı.
Acil durumlar dışında, açılması yasak olan küçük kapı. Kaçmak isteyen askerler için, çok kez açıldı.
Bu bekçi bağımsızlık ordusuyla işbirliği yapmış, moral düşürmek, kaçışa yardım etmek gibi görevler almıştı. Kaçış, birçok kez tekrarlanan bir manzaraydı. Kalenin içindeki koruma sistemi oldukça gevşekti, bu gecede her zamanki gibi kaçak askerleri gönderecekti.
“... Etrafa gözükmeden bir süre eğilerek ilerleyin. Kuzeydeki ormanın içindeki harap evde, sizi karşılayacak biri bekliyor. Oraya kadar ki harita bu. İşiniz bitince kesinlikle imha edin.”
Bekçi haritayı uzatınca, adam alıp, bakış attı.
“... Üzgünüm, bizi kurtardın”
“Birde, bu belgeyi sizi karşılayacak kişiye ver”
Hain belgelerin bulunduğu mektubu çıkarttı.
“Tamam. Anlaşıldı”
“Savunma gevşek olsa da, yeteri kadar dikkat -- --”
“Orada, ne yapıyorsunuz?”
“-- --!”
Belgeleri vermenin ortasındayken, vesile için uygun olmayan ses adamlara ulaştı. Bekçi ve kaçak askerlerin kalpleri durarak sesin geldiği yere döndüler.
“Yanlış hatırlamıyorsam 11.Piryade takımındansınız değil mi? Öyle bir eşyayı taşıyarak nereye gidiyorsunuz? Yıldızlı gökyüzünün altında yürümeye falan mı?”
“Sen... 13.Piryade takımının --”
“-- -- Oi, bekle. Bu kişiyse sorun yok.”
Kılıcını her zaman çekebilecekmiş gibi duruş alan genç adam, Shera'nın figürünü görünce tuttuğu nefesini verdi. Çünkü gitmelerine izin verecek gibiydi.
Bekçi ihtiyatlı gözlerle bakmaya devam ediyordu. Bağırmaya kalkarsa, anında öldürecekti. Karmaşa çıkarırsa her şey biterdi.
“Geçici İkinci Teğmen Shera”
“Ah!, can sıkıcı bir sorumluluk verilmiş velet değil mi. “Geçici” olmak ağlatır adamı”
“Başka takımlar bile konu haline geldi. Ne kadar yaşayacağını söylüyorlar. Bahis bile yaptılar”
“-- -- Ondan önce, ne yapıyorsunuz?”
Shera büyük orağı omzuna koyarak, gülümsedi ve sordu.
“Belli değil mi? Bu saçma ordudan kaçıyoruz. Herkes kazanan ata binmek ister değil mi? Dedikodulara göre İmparatorlukta yakın zamanda savaşa katılacakmış. Bu şekilde bizler köpek gibi öleceğiz”
“Bizler Başkent Bağımsızlık Ordusuna katılacağız. Para da verecekleri ile ilgili söylemler de var. Üzgünüm ama Krallık için ölmeye niyetim yok.”
“Takım üyelerinin hepsi buna katıldı. Mevcut silahlarımızı ve yiyeceklerimizi de götürüyoruz. O kadar kötü davranacaklarını sanmıyorum”
Takım Liderine benzeyen adam, taşıdığı çantasına “pon” sesiyle vurdu. Cevabını dinleyen Shera, ikna olmuş bir şekilde iç çekti. Orağı tutan eline güç ekledi.
“Demek öyle. O zaman, burada yollarımız ayrılıyor”
“... Sen de gelir misin? Bu şekilde öleceksin.”
“H-Hey!”
Kaçak askerlerden biri düşünmeden tepki verdi. Çünkü gelirse yüklerinin artacağından endişeleniyordu.
“Onu bu şekilde bırakamayız. Yerimiz ifşa oldu. Bir kişi arttırmaktan zarar gelmez değil mi?”
Takım Lideri bekçiye sorunca, kaşlarını çattı ama, yapacak bir şey yok diye düşünerek kafasını salladı.
“Planda bu yoktu ama, yapacak bir şey yok. Zaten kız çocuğunu öldürmek istemiyorum. Fakat sadece sen. Şu anda başka takım üyelerini çağıramayız”
“-- -- Böyle diyor. Geliyorsun dimi? Böyle bir orduda bizim gibi küçük yavruların gururları olmaz”
“... ... Hmm. O zaman geliyorum. Kısa zaman beraber olacağız ama, benimle ilgilenin”
Shera yavaşça gülümseyip, rızasını dile getirdi. Adamlar bu iyi diye iç çekince, Kapının yanından sessizce dışarı sıvıştılar.
-- -- Kaçmak suçtu. Orduya yakalanırsan, savunmanın faydasız olduğu söylenilebilir: Ölüm cezası.
Kaçak askerler nefeslerini bastırıp, otlara bedenlerini gizleyerek ormanlık alana gidiyorlardı. Eşya yüklenip bu şekilde hareket etmek zor ama eli boş olanlara bu durumda veremezlerdi.
Shera'da büyük orağı taşıdığı için adamlardan farkı yoktu.
“Hey, Geçici İkinci Teğmen Shera-san. O saçma orağı artık atmaya ne dersin? Ayak bağı gibi gözüküyor.”
“Bu olmazsa savaşamam”
Shera orağın sapını nazikçe okşadı. Adam bıkmış bir şekilde sessizce mırıldandı.
“Off, yapacak bir şey yok o zaman. Böyle orağı taşıyarak ne yapmayı planlıyorsun? Senin gibiler, bağımsızlık ordusuna vardığında memleketine dönmeli. Arkandan konuşmayız”
“Düşünürüm”
“Takım Lideri! O büyük ihtimalle burası”
Gruptan biri, haritayı açarak şu anki konumlarını bularak rapor etti. İşaret “x” konulduğu yerde büyük ağaç vardı. 30 metre kadar uzak bir yerde, karanlıktan görülmeyen ama gerçekten orda küçük ağaçların içinde göze batan büyük bir ağaç vardı.
Kaçak askerler, adım sesi çıkartmayacak-+ şekilde, işaret konulmuş büyük ağaca doğru sessizce yürümeye başladılar.
Şu anda krallık askerlerinin gözlem yapmadığı alana girmişlerdi. Ama Sonuna kadar tedbiri elden bırakmadılar. Bu orduda hayatta kalmalarını sağlayan yek şeydi.
“-- -- Cidden insanın bıraktığı izler var. Buradan sola doğru mu ilerleyecektik?”
“Evet. Büyük ihtimalle. Çünkü hayvan izine benzeyen bir şey var.”
“Sadece bu çevreye ayak izi bırakılmış, bunu takip edersek ulaşırız.”
“Bu kadar yakın bir yerde düşmanın üssü olduğu halde, bulamamaları cidden gevşek olmalılar. Bu tepedekileri kafası boş herhâlde?”
Büyük ağaca elini yavaşça vurunca, diğerleri de katıldıklarını söyleyen sesler çıkardılar.
“Sürpriz saldırının nasıl ifşalandığının nedeni tahmin edilebilir”
“Kaçmamız doğru bir karardı. Bizler en son anda doğru kararı veren, kutsal insanlarız. Kazanırsak yıldızlara dua edeceğim. Derin imanı olan bizlere tanrının gönderdiği mesaj için”
“Yıldız Tanrısı-sama'ya şerefe”
“Aynen öyle”
Onların arkalarında bıraktığı aileleri vardı. Boşuna ölmek veya köpek gibi ölmek istemediler. Hain olarak çağırsalar da, yaşamaları her şeyleriydi. Bu zorlayıcı düşünce onları kontrol ediyordu.
Shera birazcık uzak bir yerden eğleniyormuş gibi bu manzarayı izliyordu. Favori orağını, omzunda taşırken. Bu arada karnı acıktığından kurumuş yiyecek olarak sakladığı kavrulmuş fasulyeyi ağzına attı. Bu seferki fasulye birazcık tuzluydu. “Yanlış” değildi ama, “Doğru” da değildi.
“Pekala, Bu kadar dinlendiğiniz yeter. Bu haritayı yırtarak yere göm. Söz sözdür sonuçta. Kanıt bırakmayacak şekilde yap.”
“Anlaşıldı!”
“Hey Shera. Sende fasulye yiyip durma, yardım et”
Gruptan biri, kaygısız bir şekilde fasulye çiğneyen Shera'ya boş boş durmaması için çıkıştı. Shera cevap yerine, büyük orağın sivri ucuna vurdu.
“O orak çapanın yerine geçiyor demek. Dönünce düzgünce ebeveynlerine yardım edeceksin herhâlde. Ebeveynlerine yaşadıkları süre içerisinde hürmet göstermek iyidir”
Shera'ya doğru gözlerini çevirerek, arz etmiş bir tonda öğüt verdi.
Haritayı paramparça edip, deliğe koydu ve kaba bir şekilde üstünü toprakla kapattı. Askeri ayakkabılarıyla üstünden geçip, iz bırakmayacak şekilde yaptıktan sonra, grup üyeleri “bu kadar yeter” işaretini verdi.
“Eğer canım isterse öyle yaparım”
“Canın istemesi için şimdiden çalış”
“Tamam. Bu arada, sen benim babam mısın?”
“Evde beni sevimli oğlum bekliyor. Ne yazık ki, senin baban olamam. Kendi elinle kendine iyi bir adam bul”
“Bu yazık oldu”
//Burada birbirleriyle dalga geçiyorlar türkçeye ne kadarını aktarabildim bilmiyorum.
Ayak üstü konuşurken, Shera bir ara olan ebeveynlerinin yüzünü hayal etmeye çalıştı. Ama, hayal edemiyordu. Hiç üzgün hissetmiyordu fakat. Başkent Bağımsızlık Ordusu'na karşı kini kesinlikle vardı. Köyünün talan edildiği hatıraları kesinlikle vardı. Ama, orada olması gereken insanların yüzünü hatırlayamıyordu. Bunun içler acısı olarak düşünmüyordu. Hatırladığı şeyler, canını yakacak kadar ölümüne karnının aç olduğuydu.
-- -- Sadece kafayı oynatacak kadar aç olduğunu hatırlıyordu.
Comments